Site hayatı bugünlerde çok moda olan bir yaşam biçimi. Hani şu
içerisinde marketi, eczanesi, sineması olan, küçük bir alışveriş merkezi ile
insanlara dışarıya çıkmadan site içerisinde mutlu mes’ud hayatlar vaat eden
yapılar pek revaçta. Tanıdığım hemen herkes bu akıllı buldukları lüks evlerde
yaşamak istiyor. Güzel, eski ve fakat bahtsız şehrimde yeni yapılaşma bu yönde.
İnşaat şirketleri birbiri ardına yeni projelerle koca şehri boşluk
bırakmazcasına dolduruyor. Lüks siteler, havuzlu, alışveriş merkezli, parklı
bahçeli ama ruhsuz! İstanbul gibi tarihi muazzam bir şehre yakışmayan suni
yapılar, çiçek bahçesine dikilmiş plastik kazıklar gibi… Ben bu siteleri “kar küreleri
”ne benzetiyorum. Gerçi kar küresi tanımı ilk başlarda size romantik bir tanım
gibi gelebilir. Hele ki benim gibi doğuştan romantik bir insansanız. Ama burada
benzerlik bulduğum nokta usul usul yağan ve insana mutluluk veren ışıltılı kar
taneleri değil, kürenin camı yani sınırları. Küre içerisinde mutlu bir yaşam
tasvir edilebilir. Ama küre işte en nihayetinde el kadar alan. Sınırlar içerisinde mutlu olunabilir mi?
Hayattan kopuk sınırlı bir yaşam alanı içerisinde ömür tüketilir mi? Bazılarına
koca dünya küresi yetmez iken nasıl oluyor da bazı insanlar güvenli-sınırlı
küreleri içerisinde bir ömür tüketebiliyor. Ayrıca o küreye sahip olmak için
senelerce ömürlerinden emeklerinden hayatlarından veriyorlar. Yirmi yıl çalışıyorlar,
küre içerisinde küçücük bir daireye sahip olmak için… Sabah 7’de başlayan gün,
işe giderken harcanan saatler, gün ışığın olduğu saatlerde kapalı ofislerde az
oksijenle yetinme, sonra hava kararınca eve dönüş çilesi, nihayet saat 8 civarı
güvenli fanusa giriş! Şimdi sitemizin bize sunduğu müthiş imkânlardan
yararlanma vakti; haydi gün içinde yüzlerce kişinin kullandığı havuzumuza
dalalım. İşte hayatın insana sundukları… Buna iyi yaşamak diyen kişilerin
acırım ömürlerine.
Ben bir hayat kuracağım. İçinde sanat, doğa ve dostlar
olacak. Küçücük bir evim olacak. Küçücük evimin içine binlerce anı sığacak. Anlamlı
bir ev olacak, ben kokacak. Sandalyesinin duruşunda bile bir “ben” olacak. Görenler
"işte tam senin evin, içi de senin için" diyecek. Evimin güzel bir manzarası
olacak. Manzara şart, bir de terası olursa benden mutlusu yok. Tarih kokan bir
semtte olacak. Mutlaka bir penceresi denizi görecek. Güzel manzaralı evim
İstanbul silueti görecek. Evden çıkıp iki adım yürüdüğümde beni bekleyen bir
çay bahçem olacak ya da bir bankım… dükkanı önünden geçerken iki kelam ettiğim esnafım
olacak. Yürüye yürüye
komşu semte geçeceğim. Sınırları duvarları olmayacak yaşadığım yerin, güvenlik
görevlileri olmayacak. Evimin salonunda kitaplığım, L koltuğum ve anneannemin
kristal aynası olacak. Seyahatlerden getirdiğim objeler, beni anlatan semboller
olacak. Ruhumu yansıtacağı için evin antikacıya dönme ihtimali muhtemel. Ama asla
kasvetli sarı bir havası olmayacak. Duvarları bembeyaz ve ferah tavanları
yüksek… Geleni gideni bol bir ev olacak. Bir kar küresi içinde maket değil âlem’in
içinde göze olacak.
FSB Şubat 2013