29 Mayıs 2013 Çarşamba

dayatma

Ülkemin en acı gerçeği; "kim iktidar ise kendi hayat görüşünü diğerlerine dayatır". Akıl baliğ olduğum günden bu yana en tahammül edemediğim şey, insanların kendi doğrularını diğerlerine dayatması. Bunu, dominant karakterli bir babayla başa çıkmaya çalıştığım ergenlik döneminde idrak ettim. Nasıl oluyordu da onun için doğru ama benim için saçma sapan olan şeyleri bana zorla yaptırıyordu? Bu hayat, bu beden bu akıl bana verilmemiş miydi? Benim yapmak istediklerim ve hayatımın yönü hakkında, kararlarım üzerinde nasıl olur da kendine hak görürdü?

Bir baba ile uzlaşmak nispeten kolay. Neticede iki birbirini çok seven insan var ortada. Kavga dövüş büyüsen de geçmişe dönüp baktığında birçok şeyi gülümseyerek hatırlıyorsun. Sana olan sevgisinde zerre çıkar olmadığını bildiğin ve senin de çok sevdiğin, bu dünyaya gelişinin vesilelerinden biri o... Ama bu "baba" figürlerinin toplamının zihniyetinden oluşan hükümetlerin yaptıkları? Onları asla gülümseyerek hatırlayamayacağım.

Türk aile yapısı nasıl ise Türkiye'deki gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin yapısı da aynen öyle. Muhafazakar ve dayatmacı. Hangi partinin iktidar olduğunun önemi yok. Hepsi aynı erkek egemen zihniyetin birer parçası. Yaptıklarının tek sınırı ya da birbirinden tek farkı, sahip oldukları güç oranında değişiyor. Türkiye'de kim iktidar olursa olsun "diğerlerine" kendi doğrularını ve yaşam şeklini dayatıyor. Dün "bizim yaşam şeklimize inancımıza müdahale ediyorlar" diye ağlayanlar, bugün soğuk yenen yemeğin tadını çıkarırcasına hareket ediyor. Kendilerinden olmayanın hayat şeklini değiştirmek, kendi inançlarını dayatmak için ellerinden geleni yapıyor. "Onların" olan tüm semboller, meydanlar, mekanlar değiştiriliyor, yak'ılıp yık'ılıp devr'ediliyor. Yaşam biçimlerine müdahale ediyor, sosyal yaşantılarını şekillendirmeye kalkıyorlar. Nasıl bir gençlik istedikleri yönünde beyanatlar vererek yapıyorlar hem de... Bir baba çocuğunu şekillendirmek için nasıl yoğun baskılar yasaklar dayatmalar koyuyor ise hükümetler de toplumu tek bir çocukmuşçasına şekillendirip tek tipleştirmek için elinden geleni yapıyor. Çoğunluğu ataerkil kafalardan oluşan bir ülkenin çocuklarından başka ne beklenir ki?

Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir demiş ya filozof, çok doğru, her şey değişir. Ama şu "dayatma kültürü" nasıl değişir bilemiyorum. Sanırım önce bireysel olarak kafaların değişmesi, ataerkil babaların değişmesi gerekiyor.

FSB Mayıs 2013

27 Mayıs 2013 Pazartesi

anneannem


Sizi hayatta en çok seven insanın kim olduğunu şıp diye söyleyebilir misiniz? Ben bu sorunun cevabından hayatta hiç birşeyden olmadığım kadar eminim. Beni bu dünyada en çok anneannem sevdi. Bu sebeple kaybettiğim/iz bunca insan arasında canımı gerçek anlamda tek yakan anneannem oldu.

Ailemin ilk çocuğu olarak dünyaya geldim. Küçükken çok kıskandığım şimdi ise dünyalar kadar çok sevdiğim bir erkek kardeşim var. Annem çok küçük yaşta olduğundan ilk çocuğunun sorumluluğunu kendi annesiyle paylaşmış. Ben anneannesi tarafından çok sevilerek ve şımartılarak büyütülen ilk torunlardanım. Annemin ve babamın gözdesi ol(a)masamda anneannemin bu dünyadaki en sevdiği varlık ben oldum. Sevgisini onun kadar hissettiren bir insan daha olmadı hayatımda.

38 yaşında anneanne olmuş pamuk'um. Ben o yaşta anne olabilecek miyim o bile meçhul. 30'uma dayandığım şu günlerde, anneannemin beni kucağına aldığında ne kadar genç olduğunu ancak idrak ediyorum.

Bugün onun beni nasıl sevdiğinden ziyade, nasıl bir insan olduğundan bahsetmek istiyorum. Ben hayatım boyunca hatırlayacağım, diğer torunları, çocukları ve sevenleri de öyle. Ama istiyorum ki tanıdığım en güzel insan için kalıcı birşeyler bırakayım. Bugünden itibaren blog'umda bana masal gibi anlattığı anılarını, ailesinin hayatını, yaşadıklarını paylaşacağım. Kimini direkt ondan duyduğum gibi, kimini biraz hayal gücümle süsleyerek, kimini senaryolaştırarak...

Anneannem tam anlamıyla "şahsına münhasır" dedikleri insanlardandı. İstanbul'da doğmuş büyümüş, karadenizli bir aile içine girmiş, kendini o insanlara çok sevdirmişti. Ailesi Selanik göçmeni olmasına rağmen, karadeniz gibi baskın bir kültürün zor insanların arasında saygı duyulan bir "kadın" olmayı başarmıştı. Anne ve babası ayrı büyümüş bir kadındı. O yıllarda çok olmayan boşanma travmasını yaşamış bir çocuktu. Babasıyla büyümüş ve babasına aşık bir kadındı anneannem. Her ne durum olursa olsun neşesi içinden taşan bir insandı. Annemin sözleriyle "bir şeylere ağlar, iki dakika sonra yüzünü diğer tarafa dönüp gülerdi". Ruhen ona çekmiş olmayı çok istedim. Onca sıkıntının derdin arasında nasıl o kadar neşeli ve güleç olabiliyordu ve etrafına mutluluk veriyordu? Ömrüm anlamaya yetecek mi bilmiyorum.

Kalp hastasıydı anneannem, 30 yaşında bu hastalığa yakalanmış, genç yaşlarda geçirdiği By-Pass ameliyatından sonra doktorlara küsmüştü. Hayatı boyunca nefesiyle mücadele etti, herkesten az oksijen aldığı için herkesten çok yoruldu. Ama bir gün bile kimseye belli etmeden ve neşesini kaybetmeden yaşadı.

Çok güzel bir kadının torunuyum ben. Fiziksel güzelliğinden bir parça nasiplenmiş olsam da karakterinden çok uzaktayım. Zamanla, büyüdükçe onu daha iyi anladıkça bazı yönlerimi benzetmeyi başarabilir miyim bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey ona ait olan hiçbir şeyi unutmayacağım. Bana olan sevgisini, anılarımızı, içindeki sonsuz insan sevgisini neşesini ve sesini... İşte bu yüzden bugünden itibaren onunla ilgili daha çok yazacağım. Özlediğim için, yanımda hissetmek için ve dua niyetine yazacağım.

FSB Mayıs 2013