1 Kasım 2013 Cuma

mazlumun zalim olduğu günler

"mazlumun zalimden öcünü alacağı gün şüphesiz zalimin zulmettiği günden daha çetin olacaktır" Hz. Ali

Geçmişi pek de masum olmayan bir ülkeyiz. Herkesin geçmişinde acılar ve haksızlıklar var. Hz. Ali'nin bahsettiği günleri yaşar olduk...

Yine gündem kaynıyor.. 13 sene önce Meclisten başörtülü vekilin kovulduğu günden bugüne kadar çok şey değişti ülkemde. 2000li yılların başında üniversite okurken, okulun tuvaletinde başını açıp şapkalarını takmak zorunda olan arkadaşlarımız vardı. Sınavda neredeyse tüm soruları çözmüş olmalarına rağmen, ancak bir vakıf üniversitesinin ücretli bölümüne kayıt yaptırabilen, "nispeten şanslı" olanlar... İnancından dolayı bir yaşam şekli benimseyip, bunu yaşamasına izin verilmeyen çok insan gördüm.

Bugün, ülkemde yapılan binlerce yasaktan / haksızlıktan biri olan "başörtüsü yasağı"nın kalkmış olması kendi başına sevindirici bir durum. Ülkenin muhafazakarlaşması ve iktidarın otoriterleşmesinden duyulan kaygılardan ayrı tutulması gerek...

Anadolu insanı olduğumuzdan mı Akdenizlilikten mi bilmem, her konuda ya hep ya hiç mantıksızlığına çabuk düşen insanlarız... CHP Milletvekili Pavel'in yaptığı retorik açısından oldukça başarılı konuşmasında haklı olduğu kadar haksız olduğu yönler de var dersek, başörtülülere yıllardır yapılan haksızlıktı, düzeltilmesi bu ülke yararınadır dersek direkt  hükümet yanlısı oluruz... Tüm haksızlıklara sırt dönmüş oluruz... Çift kutuplu bir ülkede yaşamak ne kadar yorucu. Bir ülke ki, iktidara gelen herkes "kendine demokrasi" havasında... Bir reklamda geçerdi; "yok aslında hiç birbirimizden farkımız" diye. Gerçekten hiçbir farkları yok, ellerindeki gücün oranı dışında...

Pavey'in konuşmasında katıldığım en önemli nokta; "Bir inancın ibadet hakkını diğer inancın iznine bağlayan anlayıştan korkuyorum. Hukukun karşısına dini koyan anlayıştan korkuyorum" sözleri oldu. Ayrıca "Görülüyor ki bir arada yaşama efsanemiz çökmüş. Kibirden küfelik olmuşsanız, size benzemeyenin çığlığını nasıl duyacaksınız?" serzenişi de çok yerindeydi... Ancak "kendine benzemeyeni" cezalandırma ülkede yaşatılan en büyük gelenek adeta...

Tüm haklı argümanlarına rağmen ne yazık ki Pavey, CHP'nin hep çok eleştirilen "şimdi bizi anlamaya çalışın cahil köylüler" elitistliğinden sıyrılamamıştı. Adıyla bu derece çelişen bir "halk" partisi daha dünya tarihinde var mıdır bilmiyorum.

Pavel'in konuşmasında katılmadığım noktalar;
  • Gezi'yi partisi adına sahiplenmesi oldu. Ne hükümet ne de ana muhalefet Gezi ruhunu anlamadı anlamayacak...
  • "Biz Sivas’ta yakılan, Gezi de vurulan, evlerine işaret konulan, hayat tarzından ötürü cezalandırılanlarız" hayat tarzlarından ötürü asıl cezalandırılanlar, AKP ya da CHP'li olmayanlar... kutuplaşmış bir ülkede taraflar arasında kaldık...
  • "Çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla, Çamlıca parkının kuytularında, sevgilisiyle öpüşen genç kıza, özgürlüğünü Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum" işte bu küçümseyici ve karşısındakini tektipleştiren bakış açısıyla senelerce binlerce kadının mağdur olmasına göz yumdunuz hatta desteklediniz. AKP'nin bugünlere gelmesinde önemli payın, CHP'nin yanlış muhalefet üslubu olduğunu söylemek çok da yanlış değil.

AKP'nin demokratikleşme kaygısıyla değil, özünden gelen hassasiyetle bu yasağı ortadan kaldırdığı aşikar. Yine de bir yanlışın düzeltilmiş olması adına olumlu bir gelişme. Ülkenin asıl meselesi, karşısında doğru düzgün bir muhalefet bulunmayan bir partinin 13 senedir iktidarda olması. Temsil ettiği kesimin uğradığı haksızlıkları düzeltirken, intikam duygusuyla hareket etmesi. Senelerdir yaşam şekillerine yapılan baskıdan şikayet ederken, baskının katbekat fazlasını "diğerlerine" uygulaması...

Seçim barajının yüksekliği nedeniyle bu ülkede temsil edilemeyen, temsil hakkı elinden alınan o kadar çok insan var ki... Ya da iki partiden birine, "kötünün iyisini seçmek" adına oy verenler... Asıl güme gidenler bu insanlar oluyor. Bu sebeple aylarca sokaklara çıktı insanlar. İki kutuptan ibaret sayılan ülkede seslerini duyurmak, ayakta kalmak için ağaçlara sarıldılar.

FSB Kasım 2013

30 Eylül 2013 Pazartesi

30. yaş

Söylemek istediklerim var yeni yaşım hakkında...

Matematiğin cilvesidir, 10'lu rakamların tekrarı olan yıllar dönüm noktası gibi gelir. Ben yarın 30. doğum günümü kutlayacağım. Kutlamayacağım, bu fiil sadece lafın gelişi sarf edildi. Aslında bir önceki seneden 29 yaşımdan sadece bir sene ileride olmasına rağmen, yaş 30 olunca herkesin bakışı bir anda değişiyor. İş verenler sizi daha az tercih ediyor, etrafınızdaki insanlar eğer evli değilseniz ya da düzenli bir ilişkiniz yoksa size daha çok acıyarak bakıyor falan filan...

Bazen ben de baskıyı daha şiddetli hissediyorum. Öncelikle kendi içimde dışarıya doğru bir basınç var.  Tüm klişeleri içselleştirmekten olabilir. Ben de bu yaşımda sahip olduğum hayatı kurduğum/kuramadığım düzeni sorguluyorum. 5 yıllık kariyer hayatımda istediğim noktada değilim, hala hayat arkadaşımı yoldaşımı bulamadım diye kafaya takıyorum. Halbuki herkesin mutlu olma yolu farklı hayat çizgisi unique. Bugün, 30 sene önce dünyaya geldiğim günden tam bir gün önce bugün, sadece sahip olduklarımı yazacağım.

Bedenimi seviyorum, sahip olduğum fiziksel özellikleri, anneannemden aldığım tenimin rengini ve dedemden aldığım gözlerimi...

Duygusal ruh yapımı, her şeyi sevinci, neşeyi, acıyı, kederi, aşkı, sevgiyi, öfkeyi, hiddeti herkesten yoğun yaşıyor oluşumu seviyorum. Ne kadar hissedersen o kadar yaşarsın...

Ailemi çok ama çok seviyorum. Kalbi yüzünden bile güzel ve saf annemi, hayatım boyunca gördüğüm en dürüst insan olan babamı, her şeye farklı açılardan ama sadece iyi niyetle bakabilen kardeşimi çok seviyorum.

Bir anneannenin ilk torunu olmanın verdiği ayrıcalıkları yaşamış olmayı ve sahip olunabilecek en kıymetli insanla geçirdiğim 24 seneyi, tüm anılarımızı seviyorum.

Can dostum dediğim birinin hayatımda olmasını, hayatta ne yaparsam yapayım ne kadar saçmalarsam saçmalayayım beni yargılamadan seven ve hep arkamda duran birinin olmasını seviyorum.

Arkadaşlarımı seviyorum, her ruh halime uygun çok sayıda farklı arkadaşımın olmasını ve benim zaman zaman onları bir araya getirmemi seviyorum.

Kendi yağımda kavruluyor oluşumu seviyorum. İyisiyle kötüsüyle kendime bir kariyer çizebilmiş olmamı, bütün bunları kendi çabalarımla yapabilmiş olmamı seviyorum.

Hayatıma giren, iyi ya da kötü izler bırakan, büyümemi kendimi bulmamı sağlayan bütün adını aşk koyduklarımı seviyorum.

İstanbulumu seviyorum... yaşadığım şehrin karmaşasını, günümüzle geçmişi birleştirmesini, denizi, boğazı, martıları, çengelköyü, balatı, kavağı, sultanahmeti, tüm birbirine zıt semtleri seviyorum.

Hayatımı genel anlamda seviyorum. Eksiği ve fazlasıyla benim olan, benim kurguladığım, değiştirdiğim ve geliştirdiğim ne varsa seviyorum. 28 yaşımda babamla barıştım. 30 yaşımda da kendimle barışıyorum...

iyiki doğdum, iyiki varım, iyiki benim

FSB Eylül 2013

12 Ağustos 2013 Pazartesi

pure human

pure love... anna katarina'nın fragmanında geçiyordu... pure yani saf, katışıksız, masum birçok farklı anlama aynı anda gelen ve o anlamların hepsinin birbirini tamamladığı kelime... Türkçe karşılığını tam olarak bulamadım. belki yok. bazı Türkçe kelimelerin İngilizce karşılığı olmadığı gibi. mesela gönül, mesela yazgı...
günün birinde eğer başarabilirsem egolarımdan ve korkularımdan tamamen sıyrıldığımda nasıl bir insana dönüşeceğimi merak ediyorum. aslında özümü merak ediyorum. pure seval, öz seval... koşulların şekillendirmediği bir seval... yaşadıklarının değiştirmediği bir seval. hamuru derler ya eskiler. hamuru ya da mayası... mayamın rengini merak ediyorum ve yapabileceklerini...

hayat pek basit değil. çok çeşitli ve çok güzel olmasına rağmen bir o kadar da zor. koşullar insana her türlü kancayı takıyor. yaralar egoya egolar kötülüğe dönüşüyor. cennet dedikleri yerde, herkes bu insanı şekillendiren koşullardan sıyrıldığı için mi saf mutluluk ve iyilik hakim.. bence öyle
egolarından sıyrılmış insan özleri yani ruhlar... belki bir şekilde beden de var. çürüyen beden dedikleri belki sadece bir benzetme... çürüyen ve yok olan insani handikaplar, egolar, korkular, insanı özünden uzaklaştıran üzerine yapışan her türlü fazlalık. onlardan kurtulunca mı yükseliyoruz göğe?
özümü merak ediyorum... öz seval, saf seval, adım bile koyulmadan öncesini... özüm ne? kancaları takmasalardı bedenime ne kadar yükselecektim? 

FSB Ağustos 2013

21 Haziran 2013 Cuma

dua

Hz. Ali'nin duası imiş; "Allah'ım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle, hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle." Bugün öğrendim bu duayı ve çok duygulandım. İstemeyi bilmek böyle bir şey olmalı. Arsızca da değil, ümitsizce de...

11 Haziran 2013 Salı

3'ü bi arada :)

İki haftayı buldu Gezi Direnişi devam ediyor...

Başbakan tutumunu değiştirmezken, direnişçilere destek verenlerin sayısı artıyor. Hükümet bunu görmüş olacak ki farklı önlemler alma yoluna gitti. Bugün Taksim meydanı ve AKM'deki bayrak ve afişleri indirme bahanesiyle meydana müdahale yapıldı. Hatta parkın içine bile düştü gaz bombaları. İstanbul Valisi bir yandan tv'leden bir yandan (işin ehli olmayan bir iletişim danışmanı tuttuğunu düşündüğüm) twitter hesabından "çiçek, böcek, ıhlamur kokuları" minvalinde mesajlar veriyor, Gezi'ye müdahale olmayacak diyor... Bir karışıklık bir cümbüş sürüp gidiyor. Sonu nereye varacak kestiremiyorum. Ülkem için benimle birlikte bu toprakları paylaşanlar için ailem ve gelecekteki ailem için üzülüyorum.

Ağaçları korumak adına çok romantik ve naif bir hareket olarak başlayan haklı direniş, insanların gözündeki meşruiyetini yitirsin diye hükümet tarafından günlerdir yıpratılıyor. Medyayı manipüle ettikleri yetmezmiş gibi sosyal medyada da kendilerince önlemler aldılar. Bugün bir vali haklılığını kanıtlamak için twitter'dan provokatörlerin resimlerini yayınlıyor. Takipçi ve yayınladığı içeriğin sayısı göz önüne alındığında, twitter acemileri bir grup, hem direnişe destek veren gazeteci/sanatçı gibi sözü çok dinlenen insanlara saldırıyor, hem de yalan yanlış provokatif bilgilerle direnişe destek verenlerin akıllarını karıştırıyor. Polis ise 14 gündür ikinci kere canlı yayına geçen TV'lerin etrafında sevgi dolu mesajlar veriyor, "provokasyona gelmeyin, biz sizi düşünüyoruz, hepiniz benim bebişlerimsiniz hmmms" Hisseli Harikalar Kumpanyası...

Boğazıma bir öküz gibi oturan, geleceğimi(zi) hayatımda hiç olmadığı kadar sorgulamama sebep olan bu olaylar silsilesinin yanında, bugün internette dolaşan bir görsel ufacık bir umut doğurdu içimde. Her birinin siyasetinden ayrı ayrı haz etmem, milliyetçilik üzerine yapılan tüm politikalara karşıyım. Onlar da sevmezler birbirlerini, senelerce kavga ettiler. Bulsalar birbirlerini bir karış suda boğacak olan şu bu üçlünün aynı karede olması, tarifi imkansız bir olay. Sayfalarca yazı yazılabilir bu görsel üzerine. Birçoklarının yorumuna katılarak diyorum ki, AKP'nin bu ülkeye yaptığı en büyük iyilik bu oldu galiba...

Görsel hafızamdan yıllarca silinmeyecek bu kare...


FSB Haziran 2013

3 Haziran 2013 Pazartesi

"bu biber gazı denen şey süper dostum"


Ülkemde son 6 gündür geleceğe hem umutla hem de kaygıyla bakmamı sağlayan bir nevi bünyemi şizofrenleştiren gelişmeler oluyor. Taksim Gezi Parkı'nın yıkılıp yerine topçu kışlası görünümünde AVM yapılması için ağaçları sökmeye çalışanlara karşı bir avuç "marjinal" doğa dostu tarafından yakılan kibrit, polisin bu insanlar karşısında sergilediği akıl almaz güç gösterisinin körüklemesiyle, yurt genelinde bir başkaldırıya dönüştü. En apolitiği bile sokaklara döküp hak aramaya iten bu küçük kıvılcım, 12 yıllık iktidarının son yıllarında kendi hayat görüşünü tüm ülkeye dikte etmeye çalışan bir siyasi erke karşı son yılların en büyük sivil direnişe dönüştü. Reyhanlı'daki olayların halktan gizlenmesi, 3. köprünün adı, alkol yasağı ( ya da hükümetin söylemiyle düzenlemesi), insanların günlük hayatlarını ve alışkanlıklarını ve en önemlisi hassasiyetlerini hiçe sayan söylemler ve icraatlar... Bütün bunların birikimi sonucunda insanlar tam anlamıyla patladı. Yine de çıkış noktasının doğa ve ağaç sevgisi olması ne hoş ne romantik...

Olaylar hala devam ediyor. Yurt genelinde bir direnişe dönüştü ve ben sonunu kestiremiyorum. Bu kadar olaya rağmen, burnundan kıl aldırmayan bir hükümetin başbakanın ar edip de söylem ve icraatlarından geri döneceğini zannetmiyorum. İşin kötüsü önümüzdeki seçimlerde de muhtemelen kazanacaklar. Ama bu demek değil ki olaylar sonuçsuz kaldı ya da kalacak. Bütün bunların diktatörlüğe giden bir hükümetin yoluna bir taş koyduğu aşikar. Bundan sonra "ben yaptım oldu" demeden iki kere daha düşünecekler. Belki günün birinde ciddiye alacağımız bir muhalefet bugünden oluşmaya başlayacak karşılarında... Yaşayıp göreceğiz, umarım güzel günlerimiz olacak.

Umutları bir kenara koyarsak, bu olayların elle tutulur en büyük katkısı, insanların empati yeteneklerini geliştirmesi oldu. Her ne kadar başbakanınkine tesir etmesede... Binlerce insan çok iyi anladı; ötekileştirilmek nedir, Türkiye'de medya kuruluşları olayları nasıl istediği gibi gösteriyor? Yafta yemenin, derdi dinlenmeden yargılanmanın ne olduğunu gördük ve pek çoğumuz ilk defa yaşadık. Çok güzel şeyler öğrendik son 6 günde... Hayatında eylem yapmamış hatta devlet babaya karşı gelenlere, "ama onlar da polise taş attı" diye içerlenen halk nihayet gözünü açtı. Ana akım medyanın sansürlediği ve manipüle edenlerin istediği gibi gösterdiği olaylar, tüm çıplaklığıyla sosyal medya sayesinde takip etti. Her ne kadar dezenformasyon fazla da olsa, insanlar yanlış bilgilerin ayıklanması için bile canla başla kullandı kendi küçük cep gasteciklerini... Hani klişe bir soru vardır, hangi dönemde yaşamak istersiniz diye... Ben bilginin bu kadar hızlı ve sansürsüz dolaşabildiği bir dönemde yaşadığım için çok şanslı hissediyorum. Biraz yorucu ve zor ama yine de çok şanslıyız.

Son olarak bugünlerde öğrendiğim, aslında iyi bildiğim ama bir kere daha gördüğüm en güzel gerçeklerden biri de memleketlimin mizah gücü oldu :) Günlerdir sosyal medyada ve sokaklarda gördüğüm güzel sözlerden / karelerden birkaç örnek paylaşmak istiyorum...

- "sinirlenince çok güzel oluyorsun Türkiyem"
- "alkolü yanlış zamanda yasakladılar, bak ayıldık, gördünüz mü?"
- "Başbakan, medyayı sorumsuzluk ile suçlamış. Pardon! Norveç medyasını mi?"
- "Twitter denen bir bela var başımızda" dedi başbakan. Hüsnü Mübarek'ten 'ah sen bir de bana sor' tweeti bekliyoruz"
- "Kucağa oturmak bence de ahlaksızlık. Bütün medya bu ahlaksızlıktan bir an önce vazgeçmeli"
- "Başbakan her ağzı olan konuşuyor diyor! Demokrasinin anlamı budur; biri anlatsın suna!"
- "bu biber gazı denen süper dostum" sadece sinüsleri değil algıyı da açıyor.







FSB Haziran 2013 

29 Mayıs 2013 Çarşamba

dayatma

Ülkemin en acı gerçeği; "kim iktidar ise kendi hayat görüşünü diğerlerine dayatır". Akıl baliğ olduğum günden bu yana en tahammül edemediğim şey, insanların kendi doğrularını diğerlerine dayatması. Bunu, dominant karakterli bir babayla başa çıkmaya çalıştığım ergenlik döneminde idrak ettim. Nasıl oluyordu da onun için doğru ama benim için saçma sapan olan şeyleri bana zorla yaptırıyordu? Bu hayat, bu beden bu akıl bana verilmemiş miydi? Benim yapmak istediklerim ve hayatımın yönü hakkında, kararlarım üzerinde nasıl olur da kendine hak görürdü?

Bir baba ile uzlaşmak nispeten kolay. Neticede iki birbirini çok seven insan var ortada. Kavga dövüş büyüsen de geçmişe dönüp baktığında birçok şeyi gülümseyerek hatırlıyorsun. Sana olan sevgisinde zerre çıkar olmadığını bildiğin ve senin de çok sevdiğin, bu dünyaya gelişinin vesilelerinden biri o... Ama bu "baba" figürlerinin toplamının zihniyetinden oluşan hükümetlerin yaptıkları? Onları asla gülümseyerek hatırlayamayacağım.

Türk aile yapısı nasıl ise Türkiye'deki gelmiş geçmiş bütün hükümetlerin yapısı da aynen öyle. Muhafazakar ve dayatmacı. Hangi partinin iktidar olduğunun önemi yok. Hepsi aynı erkek egemen zihniyetin birer parçası. Yaptıklarının tek sınırı ya da birbirinden tek farkı, sahip oldukları güç oranında değişiyor. Türkiye'de kim iktidar olursa olsun "diğerlerine" kendi doğrularını ve yaşam şeklini dayatıyor. Dün "bizim yaşam şeklimize inancımıza müdahale ediyorlar" diye ağlayanlar, bugün soğuk yenen yemeğin tadını çıkarırcasına hareket ediyor. Kendilerinden olmayanın hayat şeklini değiştirmek, kendi inançlarını dayatmak için ellerinden geleni yapıyor. "Onların" olan tüm semboller, meydanlar, mekanlar değiştiriliyor, yak'ılıp yık'ılıp devr'ediliyor. Yaşam biçimlerine müdahale ediyor, sosyal yaşantılarını şekillendirmeye kalkıyorlar. Nasıl bir gençlik istedikleri yönünde beyanatlar vererek yapıyorlar hem de... Bir baba çocuğunu şekillendirmek için nasıl yoğun baskılar yasaklar dayatmalar koyuyor ise hükümetler de toplumu tek bir çocukmuşçasına şekillendirip tek tipleştirmek için elinden geleni yapıyor. Çoğunluğu ataerkil kafalardan oluşan bir ülkenin çocuklarından başka ne beklenir ki?

Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir demiş ya filozof, çok doğru, her şey değişir. Ama şu "dayatma kültürü" nasıl değişir bilemiyorum. Sanırım önce bireysel olarak kafaların değişmesi, ataerkil babaların değişmesi gerekiyor.

FSB Mayıs 2013